Çağdaş Sözlük

bela ~ بلا

Redhouse Sözlüğü - bela ~ بلا maddesi. Sayfa: 379 - Sira: 3

1880 yılı, Redhouse Türkçe İngilizce sözlüğü bela - بلا ingilizce anlamı, بلا - bela osmanlıca ne demek. İngilizce osmanlıca sözlükte بلا - bela kelimesi nasıl geçiyor. bela osmanlıca nasıl yazılır. bela nedir, bela ne demek arapca yazılışı.

بلا means in Ottoman Turkish. What does that mean in the Ottoman language بلا. بلا attoman turkish I mean, بلا What is the meaning of the word, what does it mean in turkish بلا, Ottoman Turkish English Dictionary

بلا ما هي الكلمات الإنجليزية تعني؟ بلا تعني باللغة الإنجليزية. بلا ماذا يعني في اللغة العثمانية. بلا ماذا يعني التركي. العثماني قاموس اللغة الإنكليزية. قاموس اللغة الإنجليزية بلا

بلا چه کلمات انگلیسی چیست؟ بلا به معنای انگلیسی. بلا چه در زبان عثمانی بود. بلا به چه معنی است ترکی. واژه نامه انگلیسی عثمانی. فارسی انگلیسی فرهنگ لغت بلا

bela ~ بلا güncel sözlüklerde anlamı:

BELa ::: (c.: Belâyâ) Afet. Sıkıntı. Tasa, kaygı. Musibet. Mücazat. İmtihan. Dâhiye. * Yaramaz nesne. (Bak: Sadaka)(Ey insan! Mâdem canavar sûretinde bir hayvan, insanların hânesine misafir geldiği vakit berekete medar oluyor; öyle ise, mahlukatın en mükerremi olan insan; ve insanların en mükemmeli olan ehl-i iman; ve ehl-i imanın en ziyade hürmet ve merhamete şâyan aceze, alil ihtiyareler; ve alil ihtiyarların içinde şefkat ve hizmet ve muhabbete en ziyâde lâyık ve müstahak bulunan akrabalar; ve akrabaların içinde dahi en hakiki dost ve en sadık muhib olan peder ve valide, ihtiyarlık hâlinde bir hanede bulunsa, ne derece vesile-i bereket ve vasıta-i rahmet ve $ sırriyle yâni: "Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasa idi belâlar sel gibi üstünüze dökülecekti." ne derece sebeb-i def'-i musibet olduklarını sen kıyas eyle. M.)

BELA ::: Evet. (Nefiyden so a isbat için söylenir.) Meselâ: Kur'ân-ı Kerim'de mezkûr; Cenab-ı Hakkın ruhlara karşı, "Ben Azîmüşşan sizin rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda, ruhlar $ Yâni: "Evet sen bizim Rabbimizsin" dediler. (Bak: Bezm-i Elest) * Farsçada "Belî" diye söylenir.

belâ ::: (a. e.) : evet, hayhay, pekî. Kalû-belâ : evet dediler, (bkz. : ârî, belî).

belâ ::: (a. i. o. : belâya) : gam, keder, musîbet, âfet, ceza, gayet zor iş, büyük gaile.

belâ-yi berzah ::: iki belâ arasında berzah gibi olan yer.

belâ-yi hilkat ::: yaradılış belâsı.

belâ-yi nâgâh ::: apansızın gelen belâ.

belâ-yi siyah ::: (kara belâ) : mec. acı olan hâdiseler, olaylar.

belâ ::: gam, tasa. musibet, afet.

BELa ::: Kulumu bir belâ ile ibtilâ (imtihân) ettiğim vakit sabreder ve ziyâretçilerine beni şikâyette bulunmazsa, ona etinden iyi et, kanından iyi kan veririm. İyileştiği vakit günahsız olarak iyileşir. Onu öldürürsem rahmetime yâni Cennet'ime gider. (Hadîs-i kudsî-Muvattâ)

Şüphe edilen altını, ateşle muâyene ettikleri gibi, Allahü teâlâ insanları, dertle, belâ ile imtihan eder. Bâzısı belâ ateşinden hâlis olarak çıkar. Bâzısı da bozuk olarak çıkar. (Hadîs-i şerîf-Kimyâ-ı Seâdet)

Mü'mine; dert, belâ, üzüntü, hastalık, eziyet gibi sıkıntı verici şeylerden biri gelirse, Allahü teâlâ bunu günâhlarına keffâret (bedel) eyler. (Hadîs-i şerîf-Müslim)

Peygamberler (aleyhimüsselâm) hep dert ve belâ içinde yaşadı. Hattâ "Belâlar, mihnetler (sıkıntılar) en çok peygamberlere, sonra evliyâya, sonra bunlara benziyenlere gelir" buyruldu. (Ahmed Fârûkî)

Dert ve belâ gelince Allahü teâlâya sığınmalı, âfiyet vermesi, kurtarması için duâ etmeli, yalvarmalıdır. Allahü teâlâ duâ edenleri, sıhhat, selâmet ve âfiyet istiyenleri sever. (Ahmed Fârûkî)

Birinize dert ve belâ gelince Yûnus Peygamberin duâsını okusun. Allahü teâlâ onu muhakkak kurtarır. Duâ şudur: "Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn." (Senâullah Dehlevî)

Bir kimse sıkıntı ve belâya uğrarsa; "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil'azîm" desin. (Ca'fer-i Sâdık)

Kazâ gelmez Hak yazmasa
Belâ gelmez Kul azmasa

(Atasözü)

Bela :::


  1. İçinden çıkılması güç, sakıncalı durum.

  2. Büyük zarar ve sıkıntıya yol açan olay veya kimse
    Örnek: Hayatta dipdiri yanmak belasından da kurtulmuştum. Y. K. Beyatlı

  3. Hak edilen ceza.

belâ ::: musibet , evet , sıkıntı , felaket

bilâ ::: sız

belâ ::: ‬felaket

belâ ::: musibet

belâ ::: ‬evet

belâ ::: (a. e.) evet, hayhay, pekî. Kalû-belâ : evet dediler, (bkz. : ârî, belî).

bela ::: çile

BELA :::

Evet. (Nefiyden sonra isbat için söylenir.) Meselâ: Kur'ân-ı Kerim'de mezkûr; Cenab-ı Hakkın ruhlara karşı, "Ben Azîmüşşan sizin rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda, ruhlar $ Yâni: "Evet sen bizim Rabbimizsin" dediler. (Bak: Bezm-i Elest) * Farsçada "Belî" diye söylenir.

BELÂ :::

(c.: Belâyâ) Afet. Sıkıntı. Tasa, kaygı. Musibet. Mücazat. İmtihan. Dâhiye. * Yaramaz nesne. (Bak: Sadaka)(Ey insan! Mâdem canavar sûretinde bir hayvan, insanların hânesine misafir geldiği vakit berekete medar oluyor; öyle ise, mahlukatın en mükerremi olan insan; ve insanların en mükemmeli olan ehl-i iman; ve ehl-i imanın en ziyade hürmet ve merhamete şâyan aceze, alil ihtiyareler; ve alil ihtiyarların içinde şefkat ve hizmet ve muhabbete en ziyâde lâyık ve müstahak bulunan akrabalar; ve akrabaların içinde

Diğer Osmanlıca Sözlüklerde: